🎣 Necip Fazıl Kısakürek Hayatı Sunum
Murtazakimdir Who is Necip Fazıl Kısakürek? - RayHabersenesinde ordu için gönüllü asker olmuş ancak etkin hizmet için uygun olmadığı kendisine bildirilmiştir. 03/05/Baird, senesinde İskoçya’nın Helensburg kentinde dünyaya gelmiştir.
Necip Fazıl Kısakürek Hayatı. Hollanda, Osmanlı ve İş bankalarında çalıştı (1926-1939). Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesi, Devlet konservatuvarı. Güzel Sanatlar akademisinde öğretmenlik (1939-1943), gazetelerde fıkra yazarlığı yaptı. Ağaç (1936), Büyük Doğu (1943) dergilerini çıkardı.
SMD MiSiM. Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir. Necip Fazıl Kısakürek Hayatı (1905 - 1983) 1905 yılının 26 Mayıs'ında İ stanbul'da doğdu. Sponsorlu Bağlantılar. Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraşlı bir soydan gelen şair, ilk ve
Necip Fazıl Kısakürek Kısaca Hayatı. Türk şair, romancı, oyun yazarı ve İslamcı ideolog olan Necip Fazıl, 26 Mayıs 1904’de İstanbul’da doğmuş, 25 Mayıs 1983 tarihinde İstanbul’daki evinde hayatını kaybetmiştir. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir. Necip Fazıl Kısakürek Doğum tarihi: 26
NecipFazıl Kısakürek Kısaca Hayatı, Necip Fazıl Kısakürek Kimdir. 1904 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Kısakürek, 1922 yılında Orta öğrenimini Bahriye Mektebi’nde okudu. Bu askeri okulda, din eğitimini Aksekili Ahmed Hamdi, tarih eğitimini ise Yahya Kemal’den aldı.
Necip Fazıl Kısakürek'in ençok tanınmasını sağlayan Kaldırımlar adlı şiir kitabı ile olmuştur. Kısakürek'in hayatın dönüm noktası 1934 yılı olmuştur. Bu dönemde hayat felsefesinin değişimine neden olan Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile bu dönemde tanıştı.
NecipFazıl Kısakürek Ünlü Türk şairlerinden Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 yılında İstanbul’da doğdu. Şehrin önde gelen ailelerinden birinin üyesi olarak kalabalık bir konakta yaşamını sürdürdü.
Necip Fazıl Kısakürek İngilizce Türkçe Hayatı. Necip Fazıl Kısakürek was born on May 26, 1904 in Istanbul. Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da doğdu. Necip Fazıl Kısakürek was the member of a prominent family, and grew up in a crowded mansion. Necip Fazıl Kısakürek, tanınmış bir ailenin ferdi
NecipFazıl, 9 Haziran 1904’te İstanbul’da dünyaya geldi. Şair, doğum tarihini “26 Mayıs 1320/1904 Rebiülevvel 1323” olarak verir (Kısakürek 1978: k14). Bazı araştırmacılar bu tarihin Milâdi karşılığının 1905 olduğu kabul ederler (Okay 1987: 1).
Necip Fazıl Kısakürek (1905 - 1983) 26 Mayıs 1905'da doğdu. Maraş' lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'ta ki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı.
Necip Fazıl Kısakürek Hayatı. 24 Eylül 2016 sumeyye Biyografi 21. Necip Fazıl Kısakürek Kısaca Hayatı, Necip Fazıl Kısakürek Kimdir. 1904 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Kısakürek, 1922 yılında Orta öğrenimini Bahriye Mektebi’nde okudu. Bu askeri okulda, din eğitimini Aksekili Ahmed Hamdi, tarih eğitimini ise
Dedesi Necip Fazıl'ın hayatı boyunca yazan birisi olduğunu anlatan Kısakürek, "Dedem fikirlerini konferanslar vesilesiyle tüm Türkiye'yi dolaşarak anlatan bir fikir adamıdır. Üstelik peşini hiç bırakmayan mahkemeler, tutuklanmalar, yargılanmalar olmasına rağmen fikirlerini haykırmaktan bir an dahi vazgeçmedi.
hpSNR.
MUHASEBE Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide!Bulmuşum rahatımı ben de bir ne fahişesi oldum, ne zamparası!Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?Evet kafam çatlıyor, gûya ulvi hastalık;Bendedir duymadığı dertlerde meydana düştüm, uçtu fil dişi kulem;Milyonlarca ayağın altında kaldı çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos!Sen, cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!Cemiyet ah cemiyet yok edilen ruhiyle;Ve cemiyet, cemiyet , yok eden güruhiyle...Çok var ki hınç bende fikirdir, fikirse hınç!Genç adam al silahını, iman tılsımlı kılınç !İşte bütün meselem, her meselenin başı,Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprü başı!Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,Daha keskin eliyle, başını ensesinden,Ayırıp o genç adam uzansa yatağına;Yerleştirse başını iki diz kapağına,Soruverse Ben neyim ve bu hâl neyin nesi?Yetiş, yetiş , hey sonsuz varlık muhasebesi?Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,İçimde homurtular, inanma diye gülen...İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe !Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!Üst kat Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,Orta kat Mavs oynayan annem ve âşıkları,Alt kat Kız kardeşimin Tamtamda kurtlu peynir gibi ortasından kestiğim;Buyrun ve maktaından seyredin işte evim !Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş !Kökü iffet , dalları taklit , meyvesi fuhuş...Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım !Mukaddes emanetin dönmez dâvâcısıyım!Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana ;Yükseldik sanıyorlar , alçaldıkça korkunç daire ilk ve son nokta nerde?Bazı geriden gelen , yüz bin devir ilerde !Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak;Ve sonra kelimeler ; kutlu, mutlu , bastırdı devrim isimli çirkine mahküm, eskisi güzellerin;Allah kuluna hâkim , kulları heykellerin !Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;Lafını çok dinledik , şimdi iş inkılâpta !Bekleyin , görecektir , duranlar yürüyeni ;Sabredin gelecektir, dolmaz pörsümez yeni !Karayel , bir kıvırcım; simsiyah oldu ocak !Gün doğmakta , anneler ne zaman doğuracak ?UTANSIN Tohum saç, bitmezse toprak utansın!Hedefe varmayan mızrak utansın!Hey gidi küheylan koşmana bak sen !Çatlarsan, doğuran kısrak utansın !Eski çınar şimdi Noel ağacı;Dallarda iğreti yaparak utansın!Ustada kalırsa bu öksüz yapı,Onu sürdürmeyen çırak utansın!Ölümden ilerde varış dediğin,Geride ne varsa bırak utansın!Ey binbir tanede solmayan tek renk,Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!ŞARKIMIZ Kırılır da bir gün bütün dişliler,Döner şanlı şanlı çarkımız bir el yaşlı gözleri siler,Şenlenir evimiz barkımız kaybolur, çıkarız düze,Kavuşuruz sonu gelmez gündüze,Sapan taşlarının yanında füze,Başka âlemlerle farkımız dil, tarih, ahlak ve iman;Görürler nasılmış, neymiş kahraman!Yer ve gök su vermem dediği zaman,Her tarlayı sular arkımız nur yolu izde gideriz,Taş bağırda, sular dizde, gideriz,Bir gün akşam olur, biz de gideriz,Kalır dudaklarda şarkımız bizim...SERSERİ Yeryüzünde yalnız benim serseri,Yeryüzünde yalnız ben dünyada varsa bir yeri;Ben de bütün dünya benimdir gezdirdim hoyrat başımı,Aradım bir ömür dikecek yok mezar taşımı,Hâlime ben bile hayret ne dertidir ne de bahtiyar;Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr,Gölgemin peşinden yürür giderim...BEKLENEN Ne hasta bekler sabahı,Ne taze ölüyü mezar,Ne de şeytan bir günahı,Seni beklediğim istemem gelmeni,Yokluğunda buldum seni;Bırak vehmimle gölgeni,Gelme, artık neye yarar?BEKLEYEN Sen, kaçan bir ürkek ceylânsın dağda,Ben peşine düşmüş bir canavarım !İstersen dünyayı çağır imdada ;Sen varsın dünyada, bir de ben varım !Seni korkutacak geçtiğin yollar,Arkandan gelecek hep ayak vücudunu belirsiz kollar,Enseni yakacak ateş odanda kış geceleri,İçin ürperdiği demler beni an !De ki Odur sarsan pencereleri,De ki Rüzgâr değil odur haykıran!Göğsümden havaya kattığım zehir ,Solduracak bir gül gibi ömrünü,Kaçıp dolaşsanda sen şehir, şehir,Bana kalacaksın yine son Kapanır yollar geriye;Ben mezarla sırdaş olur hayale işaret diye,Toprağında bir taş olur beklerim....GURBETDağda dolaşırken yakma kandili,Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!Ne söylemez akan suların dili,Sessizlik içinde çağlama gurbet!Titrek parmağınla tutup tığınıAlnıma işleme kırışığını,Duvarda, emerek mum ışığınıBir veremli rengi bağlama gurbet!Gül büyütenlere mahsus hevesle,Renk renk dertlerimi gözümde besle!Yalnız annem gibi o ılık sesle,İçimde dövünüp ağlama gurbet!SAKARYA TÜRKÜSÜİnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;Bir yanda akan benim , öbür yanda iner yokuşlardan, hep basamak basamak;Benimse alın yazım, yokuşlarda şey akar, su , tarih, yıldız ,insan ve fikir;Oluklar çift; birinden nur akar; birinden demetlenmiş büyük ,küçük , kainat;Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat !Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;Çatlıyor , yırtınıyor yokuşu sökmek Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,Sırtına Sakaryanın Türk tarihi eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?Bu dava hor , bu dava öksüz , bu dava büyük !Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya !Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya ?İnsandır sanıyordum mukaddes yüke ki, sonunda ne rütbe var, ne de mal,Yalnız acı bir lokma, zehirde pişmiş aştan;Ve ayrılık anneden , vatandan , dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!Hani Yunus Emre ki kıyında geziyordu;Hani ardında çil çil kubbeler serpen ordu?Nerede kardeşlerin , cömert Nil, mert Tuna;Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?Mermerlerin nabzında hâlâ çapar mı tekbir?Bulur mu deli rüzgâr o sedayı Allah bir !Bütün bunlar sendedir, bu grift bilmecelerSakarya kandillere katran döktü azabına eş, kayna kayna Sakarya,Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya !İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;Bir hayata çattık ki hayata kurmuş ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl !Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl !Sakarya , saf çocuğu , masum Anadolu'nun,Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun !Sen ve ben , göz yaşıyla ıslanmış hamurdanız;Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız !Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;Sen kıvrıl , ben gideyim, Son Peygamber kılavuz !Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;Yüz üstü çok süründün , ayağa kalk, Sakarya !ZİNDANDAN MEHMED’E MEKTUPZindan iki hece, Mehmed’im lâfta!Baba katiliyle baban bir safta!Bir de geri adam, boynunda yafta...Hâlimi düşünüp yanma Mehmed’im!Kavuşmak mı ? Belki... Daha ölmedim!Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,Kırmızı tuğlalar altı yol da tutuktur hapse düşeli...Git ve gel... Yüz adım… Bin yıllık ayak dayanır buna, ne tırnak!Bir âlem ki, gökler boru içinde!Akıl olmazların zoru üste sorular, soru içindeDüşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?Buradan insan mı çıkar, tabut mu?Bir idamlık Ali vardı, asıldı;Kaydını düştüler, mühür gitti, birkaç günlük kalan, boynu bükük ve sefil;Bahçeye diktiği üç beş karanfil...Müdür bey dert dinler, bugün “maruzat”Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat...Beni Allah tutmuş, kim eder azat?Anlamaz, yazısız, pulsuz, dilekçem...Anlamaz! Ruhuma geçti beş dedi mi, bir yırtıcı zil;Sayım var, maltada hizaya dizil!Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!İnsanlar zindanda birer kemmiyet;Urbalarla kemik, mintanlarla ki bıçak, nâra ki tokat;Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...Yalnız seccademin yüzünde şefkat;Beni kimsecikler okşamaz madem;Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!Dakika düşelim, senelik paydan!Zindanda dakika farksızdır çayını zaman erisin;Köpük köpük, duman duman erisin!Peykeler, duvara mıhlı peykeler;Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;Tek nokta seçemez dünyadan mi acep, ölü ve mezar?Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?Ses demir, su demir ve ekmek demir...İstersen demirde muhali kemir,Ne gelir ki elden, kader bu, emir...Garip pencerecik, küçük, daracık;Dünyaya kapalı, Allah’a dua, eller karıncalanmış;Yıldızlar avuçta, gök bir tarla, hep yoncalanmış...Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu,İplik ki, incecik, örer rahmi zâhir, şu bizim koğuş;Karanlığında nur, yeniden doğuş...Sesler duymaktayım Davran ve boğuş!Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!Ölsek de sevinin, eve dönsek de!Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!Gün doğmuş, gün batmış ebet bizimdir!KALDIRIMLAR 1 Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;Yürüyorum , arkama bakmadan karanlığa saplanan noktasında ,Sanki beni bekleyen bir hayâl gökler kül rengi bulutlarla kapanık;Evlerin bacasını kolluyor cin uykuda , yalnız iki yoldaş uyanık;Biri benim, biri de serseri damla damla bir korku birikiyor;Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler...Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi , çilekeş yalnızların annesi;Kaldırımlar , içimde yaşamış bir , duyulur ses kesilince sesi;Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta ;Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum !Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta;Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum !Ben gideyim , yol gitsin , ben gideyim , yol gitsin ;İki yanımdan aksın bir sel gibi tak ayak sesimi aç köpekler işitsin;Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;Gündüzler size kalsın verin karanlıkları!Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim;Örtün, üstüme örtün, serin gövdem taşlara boydan boya;Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi....KAFİYELER Ne diye,Bu şuna,Şu, bunaKafiye?Başa taş,Aşa yaş,Hey'e ney,Tuhaf şey!KafiyeMantığı,O mantık!HediyeSandığı,Bu sandık!O mantık ,Bu sakta-Ta sandık,Ve yandık!Hendese, ,Kırkayak,Adese, dese;Tak, tak, tak!Mu-hak-kak!SorularSordular,Neden çok,Nasıl yok,Niçin var?SanatsızPapağan,Neden çok;Ve atsızKahraman,Niçin yok?Çok ve yok,Yok ve çok,Aç ve tok,Tok ve aç;Tut ve kaç! çok,Nasıl yok,Niçin var?Niçin'i,BoğarkenPiçini,YataktaBastılar, derkenNasıl yok,Niçin var?Bir varmış,Bir tekÖlmemek!Peygamber!Ne haber?Bir batanVar Vatan !Kandil loş,Ocak boşVe dağ dağElveda !Gitme kal!Nefes al !Emir tez,Bekletmez !Ve o nurBulunur !İşte iz !Geliniz !Toprak post,Allah dost ....
HABERLER YAŞAM Uçarı gençliği, bohem günleri ve sonrasında yaşadığı büyük dönüşüm ile Türk tarihine damga vuran Necip Fazıl Kısakürek kimdir? İşte, Büyük Doğu'nun mimarı, Türk gençliğine bir yol armağan eden dava adamı, Şairü'ş-Şuara Necip Fazıl'ın hayatına dair merak edilenler ve yıllardır dillerden düşmeyen en güzel dizeleri... GİRİŞ 1031 GÜNCELLEME 1031
26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir konakta doğdu. Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur. Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey öl. 29 Kasım 1920; annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir Müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. öl. 10 Haziran 1977 Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. öl. 19 Mayıs 1916 Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi. Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti. Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi. 1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı. Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. 1920 17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. 1921 O günlerin 1928 Harf inkılabına kadar edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. 1922 Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupa’ya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısıyla üniversitedekisömestrelerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. 1924 Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi. 1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı. O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. "Felemenk Bahr-i Sefit Bankası"nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı. 1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı. Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti. 1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. 5 Ağustos 1929 Taksim'deki meşhur tarihi bina Taşkışla'nın 5'inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti. Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi'nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi. Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi. "O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir"O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir melankoli duygusundan ibaret... Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı. Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona -Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et! Diyemiyordum. Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur. ...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..." 1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat'ın eteklerine yapıştı. Hikayesi "O ve Ben"de yer alan, korkunç bir fikir buhranına crise intellectuelle, büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu. Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. 1935 1936'da Celal Bayar'ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 sayı sürdürdüğü "Ağaç" Mecmuası, dönemin önde gelen entellektüellerini çatısı altında topladı. Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta bitirdi. 8 Temmuz 1937. Eser ilk defa 1937-38 kışında, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam bir alaka doğurdu. 1938 senesinin başlarında Ulus Gazatesi yeni bir Milli Marş..için..müsabaka..açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü işi umumileştirmekten..yani "müsabaka"dan vazgeçilmesi şartının hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda "Büyük Doğu Marşı" olarak kalan şiiri yazdı. Sonbaharda, artık kendini "dolap beygirinden farksız" hissetmeye başladığı Bankadan istifa etti ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kısa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbıâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, İkinci Dünya Savaşının kaçınılmaz olduğu görüşünü savundu ve haklı çıktı. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teşhis ve tahlilleri karşısında muhalifleri ancak şöyle diyebildi"- Bu adam ne derse çıkıyor!.." Zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarına Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük işinin trenlerde kondöktörlüğe döndüğünü ileri sürerek Hasan Âli'den İstanbul'da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atandı. Ayrıca Robert Kolej'in son sınıflarında Edebiyat Hocalığı yaptı. 1939'da, ileride baş köşeye oturtacağı en sevdiği şiirini, bu tarihten 5 yıl önce yaşadığı anlatılmaz ve anlaşılmaz büyük ruh ıstırabının şiirini Çile verdi. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldı ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkında söylemiş olduğu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinleştirdikçe bizzat gördü. 1941 senesinde, yine köklü "Bâbanzâde"lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nın torunu..Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlendi. Mehmed 1943, Ömer 1944, Ayşe 1948, Osman 1950 ve Zeynep 1954 isimli beş çocuğu oldu. 1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı mahkûm oldu ve ilk hapis cazaevinde tattı. Aslında politikaya ve sosyal sahaya meyli 1936'da başlamış, o yıldan 1943'e kadar geçen 7 yıl içinde, İslâmi temayülü "Şahsi bir zevk ve saklı bir telkin" planında kaldığı için, ne devlet ne de basında kimseyi ürkütmemişti. Yalnız bazı münekkitler ve yazarlar hiçbir mânâ veremedikleri ondaki bu eğilimi hazmedememişler ve çeşitli klişe yakıştırmalarda bulunmuşlardı "İslâm komünisti!" "Hayır! İslâm faşisti" "Yok, yok neo-müzülman" "Sırf züppelik olsun diye müslümanlık taslıyor!" "Sabık şair; şiirine yazık etti!" "Ahmak burjuvaları şaşırtmak merakında bir sanatkar mizacı!.." İşte 1943, Sanatkarın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basınıyla, hocasıyla, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuası'nın ilk sayısını çıkardı. 17 Eylül 1943 Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda "Allaha itaat etmeyene itaat edilmez!" meâlindeki bir Hadîs-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasıyla 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevkedilerek Eğridir'e sürüldü. Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasım 1945'ten başlayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalık ve aylık olarak çeşitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayın hayatını sürdüren Büyük Doğu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yanı sıra, 36 sene müddetle tek başına omuzladı; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu. 2 Kasım 1945'de Büyük Doğu yeniden çıkmaya başlayınca, onu, birdenbire; "eski İktisat Vekili Fuat Sirmen'e neşir yoluyla hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde teşekkül etmiş İktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda" gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze bıraktı. 1946 senesinin sonlarına doğru, 13 Aralık tarihli sayısında; kapak yaptığı mücerret bir kulak resminin altındaki "Başımızda kulak istiyoruz!" yazısı İnönü'nün kulaklarının duymuyor olması hakikatiyle birleşince Örfi İdarece tekrar kapatıldı. Birkaç gün sonra Başbakan Recep Peker tarafından Ankara'ya çağırıldı. Recep Peker'in sadece "biraz ölçülü" davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı lira teklifi, kabul etmediği takdirde ise açık açık zindana atılma tehtidiyle karşılaştı. O günler için bir servet demek olan deste "söz" olmaktan çıkmış, üstündeki "Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası" bandajiyle birlikte önündeki masaya bırakılmıştı. Çok geçmeden; kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli piyesinden dolayı "Milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasiyle mahkemeye çıkarıldı. Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 baharında 18 nisan Büyük Doğu'yu yeniden ve üçüncü defa çıkardı. Birkaç ay sonra 6 haziran "Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı Rıza Tevfik'e ait bir şiirin neşri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme karariyle tekrar kapatılırken kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. "Türklüğe Hakaret"den yargılandı, 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. 1947 yılı içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, "Sabır Taşı" piyesiyle " Sanat Mükâfatı"nı kazandı. Ancak jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi. Yine aynı yıl, Büyük Doğu'nun çıkmadığı kısa bir arada 3 sayılık mizah dergisini; "Borazan"ı çıkardı. 1948'de, Temyiz Mahkemesi, hakkındaki ilk ve meşhur beraat kararını, dünya adalet tarihinde görülmemiş tertiplerle bozdu. Bütün bir yıl geçimini, ihtimal ki, üzerine Puccini'nin bir operası takılı pikapla, büyükbabası, Bâlâ rütbeli Maraşlı Hilmi Efendi'nin ceviz çerçeveli yağlı boya portresi hariç evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti. 1949 senesini; zevcesi, üç çocuğu ve kayınvalidesiyle beraber küçük bir otel odasında karşıladı. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında verdiği beraat kararında ısrar ederken, Büyük Doğu da kapana-çıka; fakat her defasında kaldığı yerden yoluna devam ediyordu. Bu yılın Ramazan ayında 28 Haziran Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurdu. Şubat 1950'de Cemiyetin bir numaralı şubesi "Kayseri Büyük Doğu Cemiyeti" açılır açılmaz Halk Partisinin duyduğu dehşet son haddine vardı. Açılışı yaptıktan sonra İstanbul'a dönüşünde bir yazı bahanesiyle tutuklandı, Türklüğe Hakaret Davasında verilmiş beraat kararı Temyize "tekrar ve topyekün" bozdurulur bozdurulmaz da 21 Nisan hapse atıldı. 500 yıllık bir Türk ailesine mensup Necip Fazıl'ın hayatındaki, "Türklüğe Hakaret Davası"nı da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasıl bir dehşetle bakıldığının, ne tür bir muameleye..müstehak görüldüğünün ve kapı kapı hangi korkunç berzahlardan geçtiğinin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulması gereken bir dönemdir. Kendi ifadesiyle; "İnönü, zamanın Adalet Bakanını çağırıp şu emri vermiş "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası'ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi beklediğim gün, o anda yetiştirdikleri Temyiz'in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar. Temyiz'in bozma ve mahkemenin uyma kararı üzerine, beraat eden adamı, bu defa zevcesiyle birlikte tekrar hapse gönderdiler. Sırf taraflar teşekkül etsin de Temyiz'e hemen uyulabilsin diye, hamile ve hasta zevcemi, vahşice bir üslupla, yatağından kaldırıp öğleden evvelki mahkemeyi öğleden sonraya kadar bekletmek;ve -ben zevcemi yatağından kaldıramazlar, beni de mecburen salıverirler diye düşünürken- birdenbire hasta kadını mahkeme salonundan içeri itmek suretiyle, cihanda emsalsiz bir hak ve adalet hıyaneti tertiplediler. Halk Partisi idaresinin savcısına ve mahkemesine baskı derecesini gösteren bu misali, içindeki hak ve adalet hıyanetiyle birlikte, bu ve öbür dünyanın hesap günlerine havale ediyorum." Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasının arkasından çıkan Af Kanuniyle 15 Temmuz'da serbest kaldı. Aynı yıl, üstüste, Cemiyet'in Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtı. Vaziyeti eski iktidarı ürküttüğü kadar, yeni iktidara da hoş görünmemekteydi. Demokrat Parti'yi ilk kurulduğu andan itibaren bir muvazaa partisi, Adnan Menderes'i de Cumhuriyet devrinin seri malı Başbakanları arasında ilk ve yegâne ümit mevzuu olarak gördü. Partiyle Menderes'i ayıran bu görüşü kavrayamayanlar, onu, Demokrat Parti'nin propagandasını yapmakla suçlayacaklardı. Halbuki yeni iktidar Büyük Doğu Cemiyeti'ne duyduğu nefreti ve onu takip ve tarassut altında tuttuğunu bizzat Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu tarafından Meclis kürsüsünde dile getirmişti. 1949 yılının açtığı, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasının ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basına "Kumarhane Baskını" diye akseden siyasi komplo tertiplendi Bu komplo üzerine Büyük Doğu'nun derhal toplatılan meşhur 54. SAYI'sını çıkardı. Bu sayıdaki bir yazısından dolayı tutuklanarak cezaevine atıldı. Çıkışında Büyük Doğu Cemiyeti'ni tasfiye etti. 1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanması 22 Kasım ile başlayan hâdiseler, malum basının yaygarasiyle büyütüldü, genişledi ve nihayet onu da azmettirici sıfatıyla, o ünlü savunmalarını yapacağı sanık sandalyesine çekti. Bu günler, "şair - hapishâne ilişkisi"yle de başka örneklerden farklı olarak; o keskin ve gözükara fikir mizacının altındaki çok hassas ruhunu acıtan ve demir parmaklıklar arkasındaki 1 gününü 100 güne bedel kılan "dış tesirler" bakımından hayatının en ıstıraplı dönemidir. 11 Aralık 1952'de, bu hadise üzerine yayınladığı, şimdi "Müdafalarım" adlı eserinde yer alan "Maskenizi Yırtıyorum" isimli ünlü broşürle, 1943'ten beri başına gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin geniş bir muhasebesini yaptı. 12 Aralık 1952'de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazı bahanesiyle atıldığı hapisten "taammüden katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek" isnadlariyle yargılandıktan sonra, 16 Aralık 1953'te Malatya Dâvasındaki suçsuzluğu ! anlaşılmış olarak çıktı. 1951, 1952 ve 1956'da Büyük Doğu'yu günlük gazete olarak çıkardı. Büyük Doğu'nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptığı seçim konuşmalarında eline dergilerden çeşitli nüshalar alarak; "İşte Menderes, bu yobazlık âbidesine yardım eden adamdır. Onu ve partisini seçmeyin!.." diye propaganda yaptı. 1957'de de 8 ay 4 gün hapis yattı. Bu arada; hiçbir zaman ve mekan şartı aramaksızın sürekli yazıyor, değişik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciliği meşhurdu. 1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ısmarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örneği olarak, atı bütün ruhu, estetiği, tarihi ve felsefesiyle, şairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldı. Büyük Doğu'ların muazzam hücum devresi 1959'da, aleyhine o kadar dâva açılmıştı ki, bu dâvaların yarısı mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatması gerekecekti. Mahkûmiyet kararlarının hızla kesinleşmeye başladığı ve Başbakan'ın emriyle Niğde Cezaevinde kendisine tek kişilik konforlu ! bir hücre hazırlandığı sırada 27 Mayıs 1960 İhtilali oldu. İhtilalin ilk radyo duyurularından birinde, zaten çıkmayan Büyük Doğu'nun kapatıldığı ilan edildi. 6 Haziran günü geceyarısı evinden alındı. ay müddetle Balmumcu garnizonunda "gerekçesiz" tutulduktan ve yüzbaşılara varıncaya dek en ağır hakaretlere maruz bırakıldıktan sonra, Genel Affa rağmen, 5816 sayılı kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutulduğu için, "toplu tahliye" sebebiyle bayram yerine dönmüş Garnizon kapısına yanaşan; kaatilleri, ırz düşmanlarını taşımaya mahsus camsız, kırmızı renkte bir cezaevi arabasıyla Toptaşı Hapishanesine nakledildi. Ve yıl içerde kaldı. 18 Aralık 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açıldığını gördü; Ya her şeyden büsbütün el etek çekmek, yahut her şeye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapılarından daha önce de salıverildiği günlerden farklı değildi. "Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter!.. Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede, bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda kondurulmuş teşhistir. Yarabbi; nezdinde, kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık görmeyerek böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için, nefret edilmek bana ne muazzam payedir! Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi, meccânen, yoktan, tek liyakat ve istihkâkım olmadan verdin; ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisaniyle izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim?" Yani, yine ikinci yolu seçti. Kendini bulur gibi olunca Yeni İstiklal, bir müddet sonra da Çetin Emeç'in sahibi bulunduğu Son Posta gazetesinde başmakalelerine ve günlük fıkralarına başladı. 1963 İlkbaharında bir davet üzerine açılan "konferans çığırı" üzerinde evvela Salihli, İzmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra İzmit, Bursa ve 1964 yılının ilkbaharında da Konya, Adana, Maraş ve Tarsus'ta konferanslar verdi. 1964'te Büyük Doğu'nun 11'inci devresini açtı. Adnan Menderesin aziz hatırası için kaleme aldığı ve derginin 1'inci sayısında neşrettiği "Zeybeğin Ölümü" şiirinden dolayı takibata uğradı. 1965'te " Fikir Kulübü"nü kurdu. Mart ayından başlayarak sırasiyle Adıyaman, Maraş, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kırıkkale ve Eskişehir'de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazı eserlerinin tefrikasına da bir gazetede devam etti. " Fikir Kulübü" adına Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde verdiği bir konferans üzerine açılan dâvada, "Din esasına bağlı cemiyet kurmak" iddiasiyle yargılandı. Büyük Doğu'ların 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa "Hükümetin Manevi Şahsiyetini Tahkir" suçlamasiyle takibata uğradı. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardından, Adalet Partisi devr-i iktidarında da takip mevzuu olmaktan kurtulamadı. tarihli Büyük Doğu Dergisinde dönemin Başbakanı'nın Demirel kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınladı. "İdeolocya Örgüsü" isimli eseri, "Mümin/Kafir" diyalogları ve siyasi içerikli yazıları sebebiyle devamlı olarak suçlandı, sorgulandı, yargılandı. 1968'de "Vahidüddin" adlı eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskısını yaptıktan sonra takibata uğradı ve kitap toplatıldı. Eserde suç unsuru bulunmadığına dair bilirkişi raporu doğrultusunda Mahkeme, beraat kararı verdi. İleride, kararın Temyiz'e bozdurulması ve daha önceki kararın aksine mahkemenin bozma ilamına uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak ve bir müddet sonra Af Kanunu çıkacağı için karar infaz edilemeyecekti. Ancak "Vahidüddin" eseri 2'nci baskısında hiçbir takibata uğramayıp "zaman aşımı"na gireceği halde, 1976'daki 3'üncü baskısından sonra tekrar takibata uğrayacak ve en aşırı fikir düşmanlarının imzasını taşıyan bütün bilirkişi raporlarına rağmen hukuk anlayışı bakımından tarihte eşi az görülmüş bir mantık üzerine oturtulmuş 25 sahifelik bir kararla yıl mahkûmiyetine sebep olacaktı. 1969 yılı içinde Erzincan, Antalya ve Alanya'da konferanslar verdi. Çeşitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, başmakalelerine, fıkralarına ve bazı eserlerinin tefrikasına devam etti; tam sahife Ramazan yazıları kaleme aldı. 1973 seçimlerinden sonra beliren; neredeyse, 1943'lerde "Sanatına yazık etti!" diyenlere, 30 sene sonra bambaşka bir açıdan hak verdirtecek siyasi tablo ve bu tabloyla birlikte artık iyice ortaya çıkan dini manzara karşısındaki üslûbunda, derin bir ıstırap ve inkisâr saklıdır "Bir devirdi. O tarihlerde 40'lı yıllar küfür, bütün müesseseleriyle bir buzdağı gibiydi. Ortalıkta hiçbir hareket mevcut değildi. Müslümanlık zindanı camilerden bir hıçkırık sesi bile gelmiyordu. Bu gafiller, adeta, "camie girebiliyorum ya, ne devlet!" gibilerinden seviniyorlar ve hadım olmanın oltasında mesut görünüyorlardı. Şimdi şucu bucu geçinen bazı zümrelere adını vermiş isimlerden hiçbirini görmek mümkün değildi. Derken, meydan açılır gibi olduktan sonra ortaya çıktılar ve kendilerine evliyalık süsü vermekten de kaçınmadılar. Biz ise, mahut buzdağını, karda avuçlarımızı hohlarcasına, ciğerlerimizden kopan sıcak nefeslerle eritmeye çalıştık ve galiba bunda müessir olduk. Fakat bu defa... Bu defa ortalık çamur kesildi ve şu andaki perişan manzara doğdu. Dahası ve en acısı, İslâm dava ve aksiyonunun bunlara izafe edilmesi, bunlarda göründüğü gibi zannedilmesi, İslâma aykırı cephenin bütün din hıncının bu beceriksizler üzerinde bir nevi boks talimi yastığına benzer bir avantaj kazanması ve İslâm davasını temsil gibi bir şeref ve ehliyetin, bu ehliyetsiz ellerde bilinmesidir!.. Biz, tam 30 yıl, tırnaklarımıza kan ve ciğerimize kaynar su oturmuş; bu netice için mi çalıştık, çabaladık, didindik, yırtındık, yıprandık, helak olduk?.. 1973" Ve o yıl Hacca gitti. Aynı yıl, Fas'tan, Saraya çok yakın çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kısmını bütün aile fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yaşaması teklifini; gözlerini pencereden dışarıya, alakasız bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabırla dinledi. İlgisiz bir mevzu açarak cevap verdi. Yine aynı yıl, oğlu Mehmed'e Büyük Doğu Yayınevi'ni kurdurdu. Sonuna vasiyetini de eklediği "Esselâm" isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına başladı. 1974'de, daha önce "Örümcek Ağı/1925", "Kaldırımlar / 1928", "Ben ve Ötesi / 1932", "Sonsuzluk Kervanı / 1955", "Çile / 1962" ve "Şiirlerim / 1969" adlarıyle yayınlanan şiir kitaplarını, "mal sahibi olarak" kendisini ifadelendirmeyen küçük ve kifayetsiz davranışlar şeklinde değerlendirirken, onları "özleştirerek, süzerek, ayıklayarak, düzelterek" yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta; "Çile"de 1974 / Bütün Şiirleri topladı. Böylece bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatına, "Şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu" diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğindeki şu ifadeye yer verdi "- İşte şiir kitabım bu, hepsi bukadar; ve bu kitaba gelinceyedek başka hiçbir şiir bana, adıma ve ruhuma maledilemez!" 1975 Ağustosunda, kabri Van'ın Arvas köyünde bulunan, mürşidinin mürşidi Seyyid Fehim Hazretlerini, bir yıl sonra da, onun da mürşidi Hakkari'nin Şemdinli Kazasının Nehri mevkiindeki Seyyid Tâhâ Hazretlerini ziyaret etti. 1975'de, Demokrat Parti döneminde, meydanlarda Büyük Doğu aleyhinde mitingler tertip ettirilen iki gençlik kuruluşundan biri olan Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. 23 Kasım 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978'de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı. 26 Mayıs1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi. 1981 yılının başlarında, görünen yüzüyle, "içinde 20 yıl müddetle bir protoplazma halinde yaşattığı İman ve İslâm Atlası isimli eserini kalıba dökebilmek için", bir daha çıkmamak üzere evine, hatta küçücük odasına kapandı. Yeni bir Parti kurmak üzere bulunan ve ileride Devlet Başkanlığına kadar yükselecek olan Özal'ı, arzusu üzerine sık sık odasına kabul ederek fikirler not ettirdi, tavsiyelerde bulundu. Ömrünün son günleri, Erenköyündeki evinde aynı "küçük oda"da, yine kesinleşip infaz safhasına gelmiş; ve hayli ilerlemiş yaşına ve adlî tıp raporlarına rağmen devrin Devlet Başkanınca Evren af yetkisi kullanılmayarak bir tür infaz emri verilmiş yıllık mahkumiyeti yüzünden her an götürülme tehditi altında; kitapları, yazıları, notları ve bir takım halis ve gerçek dostlariyle mahzun sohbetler içinde geçti. Ve bir gece... Onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece, 25 Mayıs 1983 yatağında doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikti. Ne gördü ki; pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı "Demek böyle ölünürmüş!.." "Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ...O, kim mi?Allahın Sevgilisi...Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat... Benim hayatım budur! Necip Fazıl Kısakürek Batı kültürünün içinden yetişti. Saf şiir, sanat, edebiyat ve tefekkür yolundan geldi. 14. İslâm asrında; İslâmın asırlar sonra topyekûn muhasebesini yerine getirdi. 79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, "hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşadı. 26 Mayıs 1983'de, Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi.
Oluşturulma Tarihi Mayıs 19, 2020 0228Türk edebiyatına damga vuran sayısız şair biliniyor. Bunlardan bir kısmı yarattığı eserlerle günümüzde bile etkilerini sürdürmeyi başarmış durumda. Necip Fazıl Kısakürek de etki bırakan bu şairler arasındadır. Peki, bu şairin hayatı nasıl geçmiştir? Sizler için Necip Fazıl'ın hayatını ve eserlerini Fazıl Kısakürek, Türk edebiyatına iz bırakmayı başarmış; şair, romancı ve oyun yazarıdır. 1925 ile 1983 yılları arasında etkin bir biçimde edebiyatla uğraşan yazar bu alanda çok sayıda eser ortaya çıkarmıştır. Necip Fazıl Kısakürek Kimdir? Necip Fazıl Kısakürek, takvim yaprakları 1904 senesini gösterdiği bir dönemde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Maraşlı bir ailenin oğlu olan şairin babası bir hukukçu, annesi ise Girit Ensarlarından birinin kızıdır. Necip Fazıl Kısakürek, ailenin tek çocuğudur ve ismini de babasının dedesi Necip Efendi’den almıştır. Necip Fazıl Kısakürek Kısaca Hayatı Necip Fazıl Kısakürek, zor sayılabilecek bir çocukluk geçirmiştir. Kız kardeşi daha küçük yaşlarda vefat eden şairin bu yılları neredeyse tamamı dedesinin Çemberlitaş’taki konağında geçmiştir. Kısakürek, İstanbul’da Bahriye Mektebi’ne giderken şiirle ilgilenmeye başlamıştır. İstanbul işgal edildikten sonra da annesiyle beraber Erzurum’daki akrabalarının yanına gitti. 1934 yılına gelindiğinde şairin yaşamında büyük değişiklikler oldu. Kendisi bu dönemde Nakşi şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanıştı. Bu şeyh ile yaptığı konuşmalarda da ciddi düşünce dönüşümleri yaşadı. Bu noktadan sonra da şairin eserlerinde tasavvufi detaylar görülmeye başladı. Bu fikirlerle uzunca süre şiir yazan Kısakürek, 1941 senesinde Fatma Neslihan Balaban ile bir izdivaç yaptı. Bu evlilikten de; Mehmet, Ömer, Ayşe, Osman ve Zeynep isimlerinde beş tane çocuğu oldu. Necip Fazıl Kısakürek, evlendikten 1 sene sonra askerlik yapmak için 45 günlüğüne Erzurum’a gönderildi. Burada da yazmaya devam eden şair, siyasi içerikli bir eser kaleme aldı. Bu yazı sebebiyle de mahkum edildi ve hapis yatmak üzere Sultanahmet Cezaevi’ne gönderildi. Şairin hapis yattığı tek süre ise bununla sınırlı kalmadı. Bu bağlamda, kendisi 1960 darbesi sonrasında evinden alındı ve yaklaşık 4 ay Balmumcu Garnizonunda kaldı. Basın affı gelince tahliye edildi ancak Atatürk’e hakaret suçu işlediği iddiasıyla tekrar tutuklandı. Bundan sonra da yaklaşık 13 ay kadar cezaevinde kaldı. Yaşamı boyunca çok sayıda eser veren ve ödüle layık görülen Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde hayata veda etti. Necip Fazıl Kısakürek Eserleri Kitapları Necip Fazıl Kısakürek, daha çocuk sayılabilecek bir yaşta şiir yazmaya başlamıştır. Şairin ilk şiir kitabının kendisi henüz 17 yaşındayken yayınlandığı bilinir. Hatta bu şiirler Milli Eğitim Bakanlığı ders kitaplarına da eklenmiştir. Necip Fazıl’ı üne kavuşturan ilk kitapları ise; Örümcek Ağı 1925, Kaldırımlar 1928 ve Ben ve Ötesi 1932 olarak sıralanabilir. Bunun dışında bilinen diğer eserleri ise; Bir Adam Yaratmak, Son Devrin Din Mazlumları, Çile ve Aynadaki Yalan’dır. Necip Fazıl Kısakürek Sözleri Üç günlük dünya için gayret üstüne gayret, ebedi bir yaşam için gayret yok hayret. Yalnızım diye üzülmüyorum çünkü biliyorum, yalnız insanın ihanet edeni de olmaz. İçimizde bu kadar perişan hale getirilmeseydik; dışımızda bu kadar hürmetsizliğe uğramayacaktık. İnsanın sevdiğini kaybetmesi, dişini kaybetmesi kadar ilginçtir. Acısını o an yaşar, yokluğunu ömür boyu. Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri Necip Fazıl, yaşamı boyunca çok sayıda şiir yazmıştır ve bunu kitaplarında birleştirmiştir. “Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar.” Dizeleri şairin Beklenen isimli şiirinin ünlü dizelerdir. Necip Fazıl Kısakürek’e ait olan diğer şiirler ise aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır. - Sakarya Türküsü - Kaldırımlar - Anneciğim - Zindandan Mehmed’e Mektup - Aç Kapıyı - Canım İstanbul - Çile - Ağlayan Çocuklar - Veda - Aynalar - Gençliğe Hitabe - Allah Derim - Ölünün Odası - Allah Diyene - Babadan Oğula - Anneme
necip fazıl kısakürek hayatı sunum