🔮 Osman Bey Ile Ilgili Hikayeler
Kestel Kite, Ulubat kaleleri Osman Bey tarafından fethedilmiştir. 1308 yılında İznik’in parçası olan Karahisar fethedildi. İznik-İzmit Türklerin egemenliğine geçmiştir. Osman Bey’in hedefi Bursa’nın fethiydi. Bursa Kuşatması 1314 yılında yapılarak 10 yıl boyunca devam etmiştir.
OSMANBEY'İN ÖLÜMÜNDEN UZUN HASAN PADİşAH'A AK-KOYUNLULAR 123 başladı. Muhammedi Mirza ile birleşen Rüstem Amid'i kuşattı. Arkeoloji ve sanat ile ilgili yaptığı çalışmalar
ATV'nin sevilen dizisi Kuruluş Osman 54. son bölümüyle nefesleri kesti. Burak Özçivit'in başrolde oynadığı dizinin son bölümünde, Osman Bey hainlik yapan Dündar Bey'i öldürdü.
Sanat anlayışı ve eserleri. Türk ressamı, müzecisi, arkeologu ve sanat eğitimcisi (İstanbul, 1842—İstanbul, 1910). Öğrenimine Beşiktaş’ta başlayan Osman Hamdi, 1856’da Maarif-i Adliye’ye geçti; daha bu okulda öğrenciliği sırasında karakalem resimler yaparak sanata olan ilgisini ortaya koydu.Babası Edhem Paşayla
HaymeHatun. Dogumu : Sögüt (M. 1258 - H. 656) Vefati . Bursa (M. .1326 - H. 726) Saltanati : 1299 - 1326 (27) sene. Osman Gazi, Ertugrul Bey'in üç oglundan birisidir. Osman Bey diger kardeslerinden büyük degildi, fakat adeta bir idareci olarak yaratilmisti. Zira bu hususta çok büyük kaabiliyet sahibi idi. Babasi vefat ettikten sonra
Arayan patronu Osman Bey’di. Dâhili hattan aramamıştı. Tarık şaşırdı. Osman Bey iş saatleri içinde eğer şehir dışında değilse iş yerinde olurdu. Osman Bey’in telefondaki sesi ile kendine geldi. “Tarık ofiste misin?” “Evet.” “Ben son hazırlıklar için erken çıktım. Bak herkese haber verdim.
ertuğrul bey'in oğlunun adı ataman bey, doğrusu bu, ama ataman bey hayattayken bizzat kayınpederi şeyh edabali tarafından kendisine osman ismi verilmiştir, hatta hikayesi meşhurdur, kısaca özetlersek, arabistanda yaşayan, kayı boyu aşireti, süreyciler, mahir oldukları kılıç yapma hünerleri ile bilinirler, bunun yanında kabe anahtarı da bu aşirettedir, işte bu aşiretin
"Dombra" şarkısıyla tanınan Kazakistanlı sanatçı Arslanbek Sultanbekov, "Kuruluş Osman" dizisine özel bestelenen "Osman Bey" marşını yorumladı.
Osman Bey, çocuğun denize girme arzusu ile acele etmesine ses etmemeyi tercih etmişti. Çünkü sahilden yükselen kahkahalar, tuz kokulu denizin getirdiği nemli havayla karışıp Osman Bey’in ciğerlerini bir gençlik enerjisiyle doldurmuştu. Kendi çocukluğunun kokusu gelmişti burnunun ucuna.
Osman Gazi han ile ilgili bilgiler içeriğimizde. Bu Osmanlıların ilk kale fethidir. 1286'de ise Osman Bey ile Bizanslı İnegöl Tekfuru ile Karacahisar (Malachiya) Tekfuru'nın birleşik
Doğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika’ya kadar topraklarını genişletmiş ve 16. yüzyılda dünyanın en güçlü imparatorluğu halini almıştır. En geniş sınırlarına 1683 yılında ulaşmıştır. 1. 1288 veya 1291 tarihinde Karacahisâr’ı fethetmesi ve Dursun Fakih’e kendi adına hutbe okutması, Osman Bey’in yarı
700Yıllık Altın Öğüt. 700 Yıllık Altın Öğüt Okuyacağınız yazı ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali’nin Osmanlı Devletinin kurucu ve damadı olan Osman Bey’e verdiği öğütleri anlatan. Devamını Oku ».
pvmpv. Sayfalar Ana Sayfa ERSAĞ KORK OĞUL KORK PEYGAMBER VE OSMANLI SULTANLARDAN PADİŞAHLARDAN HİKAYELER ŞECERE SULTANLAR OSMANLI NIN YIKILIŞI SEFİDAB RUŞUR CİLT TAŞI ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA - ERSAĞ RESMİ WEP SİTESİ DEĞİLDİR PADİŞAHLARDAN HİKAYELER Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi'nin bir evliya mürşid olduğunu, Hızır Aleyhisselâm ile görüştüğünü bilir, kendisini de görüştürmesini istermiş. Bir gün Yahyâ Efendi ve Kânûnî, kayıkla Boğaz'da gezmeye çıkmışlar. Yahyâ Efendi yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa binmiş. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendi'nin ahbâbı, devamlı Kânûnî'nin parmağındaki çok kıymetli bir yüzüğe bakıyormuş. Kânûnî bu hâli fark edince, parmağındaki yüzüğü çıkarıp; "Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz" diye uzatmış. O zât yüzüğü alıp, evirip çevirdikten sonra, denize atıvermiş. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret etmişler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaşmış. O zât ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultân'a uzatmış. Avucundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük varmış. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes yine çok hayrete düşmüşler. Kânûnî elini uzatıp yüzüğü alınca, adam birdenbire gözden kayboluvermiş. Kânûnî, Yahyâ Efendi'ye dönerek; "Ağabey, neler oluyor?" diye sormuş; "O gördüğünüz Hızır Aleyhisselâm idi" cevâbını vermiş Yahyâ Efendi. Kânûnî bunun üzerine; "Bizi niye tanıştırmadınız?" diye sorunca, Yahyâ Efendi şöyle cevap vermiş; "O kendini tanıttı; ama siz tanımakta geç kaldınız" . Siz bu orduyu yenemezsiniz Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu, ağır ağır ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak olduğundan asker susuzluktan kıvranıyordu. Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti. Çok geçmeden mola verildi. Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler. Kanuni sordu - Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi? - Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur. - Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar? - Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez. Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti. Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi. Kanuni, Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun? diye askeri azarladı. Sonra da, Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın diye emir verdi. Hıristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu - Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız? - Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı... Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar. Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı “Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!” Yıldırım Beyazit, serkeşlik eden Bulgaristan'ı fethetmişti. Buna içerleyen Macar Kralı Sigismund, başkent Bursa'ya özel elçisini fethi proteto etmek ister. Elçiler Bursa'ya girerler. Geliş çoktan tüm şehirde duyulmuş, gavur görmemiş meraklı halk sokaklara dökülmüştü. Halk süslü koşumlu atlara binmiş elçiyi ve korumalarını izlemekte, bir yandanda gülümseyerek dalga geçiyorlardı " Vay canına Durak Çavuşum! Görmekte misin ki; koşumlar atlardan, atlar binicilerinden daha değerli... Şu gavurcuklar çok alem vesselam!" "Bunlar niye kadın gibi süslenmişler böyle?" Elçi söylenelerin birkısmını anlar ama bozulduğunu göstememeye çalışır. Zira kral her şart altında diri durmasını emretmişti "Azametli dur, sert bak, Osmanlı'ların içine korku salmaya çalış! Macar kafilesini görünce yürekleri ürpersin. Padişaha da meydan oku. Hangi hakla Bulgaristan'ı fethetdiğini sor. Üzerine yürü. Yüklenebildiğin kadar yüklen! Beni temsil ettiğini unutma." Elçi kralın söylediklerini içinden tekrarlaya tekrarlaya yeniçerilerin ardından saraya girer. Yıldırım Beyazıt elçiyi huzuruna kabul eder. Elçi önce getirdiği hediyeleri takdim eder ve söze başlar "Azametlü, kudretlü, asaletlü, fehametlü Macaristan Kralını temsilen..." Sadrazam elini kaldırıp elçiyi susturur "Sadede gel elçi, bizim boş vaktimiz yok. Ayrıca da biz kuvvet, kudret, azamet kaynağı olan Allah'tan başka hiçbir kuvvet, kudret, azametten korkmayız. Bunu böyle belle ve buna göre kelam et." Macar elçi ne diyeceğini şaşırır ve kekelemeye başlar " Ama kralımızın ordusu çok büyüktür, o yüce bir kraldır." "Dağ ne kadar yüksek olırsa olsun yel üstünden aşar." "Siz yel değilsiniz ki..." "Evet ama sizde dağ değilsiniz! Yıldırım dendiğini duymuşsunuzdur." "İyi ama siz hangi hak ve hangi selahiyetle Bulgaristan'ı işgal ettiniz?" Yıldırım Han bir kur'an ve bir kılıç getirilmesini emreder. Sağ eline Kur'an'nı, sol eline kılıcı alır. Önce sağ elini göstererek "İşte hak!" Sonra sol elini havaya kaldırıp "İşte selahiyet!" Sonra elçiye " Var git şimdi cevabımızı kralına aynen ilet, kendisinden korkmadığımızı söyle. Biz hakkı Kitabimızdan, selahiyetide kılıcımızdan alırız! Allah'a güvenir yalnız Ondan korkarız. Bütün küffar birleşip üstümüze gelse davamızdan dönmeyiz!" Osmanlı'nın muhteşem zamanlarıdır. Kanunî Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür; günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye. Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi'ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi'ye gönderir. Mektupta "Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı? Mektubu okuyan Yahya Efendi'nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; "Neme lazım be Sultanım!" Topkapı Sarayı'nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez. "Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?" diye düşünür. Nihayet kalkar Yahya Efendi'nin Beşiktaş'taki dergahına gelir ve der ki - Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al. Yahya Efendi şöyle bir bakar - Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim. - İyi ama ben bu cevaptan birşey anlamadım. Sadece "Neme lazım be sultanım" demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi. Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar - Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olsa, işitenlerde 'neme lazım' deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir... Bunları dinlerken ağlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da Allah'a kendisini ikaz eden bir alim olduğu için şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembih ettikten sonra oradan ayrılır. Çilekeş Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmet, babası Yıldırım Bayezid'in vefatından sonra, önce Amasyada hükümdarlığını ilan etmişti. Ona karşı savaş veren kardeşleri İsa Çelebi ve Musa Çelebi de sonunda mağlup olup idam edilmişlerdi. İşte bundan sonra Çelebi Mehmet Muhtasar Osmanlı Devleti'nin yeni hükümdarı olarak Edirne'de saltanat kurmuştur Temmuz 1413. Onbir yıl süren ve şehzade kavgalarıyla geçen "Fetret Devri" bu suretle kapanmıştır. Çelebi Mehmed bütün gücüyle Osmanlı Devleti'ni toparlayıp güçlendirme gayretine girmiştir. Çelebi Mehmet son günlerinde Edirne civarında avlanırken, önüne çıkan bir domuza mızrak attığı sırada, vücudunda nüzul felç inerek attan düştü. Hasta yatağında vezirlerini çağırıp talimat verdi "Tez ulu oğlum Murad'ı getirin. Ben artık yataktan kurtulamam. Murad gelmeden ben ölürüm. Memleket birbirine girer. Tedarik edin, benim vefatım duyulmasın." dedi. Henüz on yedi yaşındaki büyük oğlu Şehzade Murat, o sırada Amasya sancak beyi idi. Ona haber salındığında, Sultan Mehmet birkaç gün içinde vefat etti Mayıs 1421. Şehzade Murat gelinceye kadar, padişahın ölümü 41 gün herkesten saklandı. Olaydan ancak birkaç kişinin haberi vardı. İç organları çıkartılarak ilaçlanan cenaze, elbisesi içerisinde sarayın penceresi önüne loş bir yere yerleştirildi. Arkasına adam konulup, elleri hareket ettirilerek, önünden geçen askerlere canlısı gibi gösterildi. Böylece kargaşa çıkması önlendi. Yavuz Sultan Selim henüz beş-altı yaşlarında bir çoçuktu. Amasya'daki sarayın bahçesinde ok talimi yapıyordu. Yay boyunu aşıyordu ama o bu yaşta attığını vurmaya başlamıştı. Babası Sultan II. Bayezit bir ağacın arkasında onu seyrediyordu. Yavuz son okunu da tam hedefe saplayınca, dayanamadı; saklandığı yerden çıkıp, oğluna sarıldı -Allah gücüne güç katsın oğlum. Ama niçin yalnızsın? Küçük Selim hayretle - Yalnız değilim ki Sultan babam; Allah her yerdedir! Aldığı cevap, Bayezit'i şaşırttı ama belli etmedi. Sarayın bahçesi ulu ağaçlarla süslüylü. Ormandan farkı yoktu. - "Oğulcuğum," dedi Sultan Bayezit, " tek başına buralarda dolaşma. Düşmanlarımız var. Allah korusun; san bir kötülük etmek isteyebilirler!" Selim duraklardı. Sonra, iki yaşından beri yanından ayırmadığı küçücük kılıcını çekip - Pederim! Bu kılıcı süs için bağlamadık. İcap ederse kendimizi korumasını biliriz. Hem pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret edebilir? II. Bayezit, hayretten donakalmıştı. Onda kimsede olmayan bir şeyler vardı. Vaktinden önce gelişmiş, aklı boyunu aşmıştı. Selim'i, elinden tutup, saraya götürürken; "Hiç şüphem yok. Bu çocuk ilerde ne yapıp edip padişah olacak. Şimdiden ona tahtın yolunu açmalıyım." Böyle düşündü ya, gün gelip Şehzade Selim, istediğini almasını bildi ve Osmanlı'nın Yavuz Sultan Selim'i oldu. Oğlu Orhan'a, "Gönül kerestesiyle bir Yenişehir ve pazar yap" diye vasiyet eden Osman Gazi, Yenişehir'in alınmasından sonra orada kurulan Pazar yerini dolaşıyordu ki, Germiyan taraflarından gelen bir adam yanına gelerek şöyle seslendi "- Beyim, beyim! Yenişehir'in pazar bac'ını bana satın!.." Osman Bey şaşırmıştı; sordu "- Bac nedir be adam?" "- Yani ki beyim, pazara her kim mal getirirse ondan akçe alayım!.." "- Pazara gelenlerden alacağın mı vardır ki onlardan akçe alacaksın?" "- Beyim! Bu töredir ki, ezelden beri bütün ülkelerde böyledir. Ben alır size veririm, siz de emeğimin karşılığını bana verirsiniz!" "- Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu be adam? Ben onun malına ne koydum ki akçesini alayım? Var git yanımdan da zararım dokunmasın!" Adam yardım uman bakışlarla etrafındakileri süzerken onlar durumu Osman Bey'e anlattılar. Günümüzde belediyelerin pazarcılardan "işgaliye bedeli" adıyla aldıkları vergi o zamanlarda da alınıyordu ve Osman Bey'in başına gelen bu olay konuyla ilgili bir kanunun çıkmasına sebep oldu "Pazara bir yük getirip satan herkes iki akçe versin. Satamazsa, bir şey vermesin!" Osmanlılarda, atlı askerlere mülk olarak arazi veriliyordu ve bu araziye "Tımar" deniyordu. Tımar sahipleri belli sayıda asker beslemek ve savaş zamanlarında askerleriyle birlikte orduya katılmak zorundaydılar. Daha sonra, yukarıda sözünü ettiğimiz kanun maddesine, tımarla ilgili olarak şöyle bir hüküm eklendi "Ve dahi her kimse tımar versem, elinden sebepsiz yere alınmaya. O kişi ölürse, tımarı oğluna sefere gidecek yaşa gelene kadar... Ve her kim bu kanuna uyarsa, Allah ondan razı olsun.? Yıldırım Beyazit, serkeşlik eden Bulgaristan'ı fethetmişti. Buna içerleyen Macar Kralı Sigismund, başkent Bursa'ya özel elçisini fethi proteto etmek ister. Elçiler Bursa'ya girerler. Geliş çoktan tüm şehirde duyulmuş, gavur görmemiş meraklı halk sokaklara dökülmüştü. Halk süslü koşumlu atlara binmiş elçiyi ve korumalarını izlemekte, bir yandanda gülümseyerek dalga geçiyorlardı "Vay canına Durak Çavuşum! Görmekte misin ki; koşumlar atlardan, atlar binicilerinden daha değerli... Şu gavurcuklar çok alem vesselam!" "Bunlar niye kadın gibi süslenmişler böyle?" Elçi söylenelerin birkısmını anlar ama bozulduğunu göstememeye çalışır. Zira kral her şart altında diri durmasını emretmişti "Azametli dur, sert bak, Osmanlı'ların içine korku salmaya çalış! Macar kafilesini görünce yürekleri ürpersin. Padişaha da meydan oku. Hangi hakla Bulgaristan'ı fethetdiğini sor. Üzerine yürü. Yüklenebildiğin kadar yüklen! Beni temsil ettiğini unutma." Elçi kralın söylediklerini içinden tekrarlaya tekrarlaya yeniçerilerin ardından saraya girer. Yıldırım Beyazıt elçiyi huzuruna kabul eder. Elçi önce getirdiği hediyeleri takdim eder ve söze başlar "Azametlü, kudretlü, asaletlü, fehametlü Macaristan Kralını temsilen..." Sadrazam elini kaldırıp elçiyi susturur "Sadede gel elçi, bizim boş vaktimiz yok. Ayrıca da biz kuvvet, kudret, azamet kaynağı olan Allah'tan başka hiçbir kuvvet, kudret, azametten korkmayız. Bunu böyle belle ve buna göre kelam et." Macar elçi ne diyeceğini şaşırır ve kekelemeye başlar "Ama kralımızın ordusu çok büyüktür, o yüce bir kraldır." "Dağ ne kadar yüksek olırsa olsun yel üstünden aşar." "Siz yel değilsiniz ki..." "Evet ama sizde dağ değilsiniz! Bize Yıldırım dendiğini duymuşsunuzdur." "İyi ama siz hangi hak ve hangi selahiyetle Bulgaristan'ı işgal ettiniz?" Yıldırım Han bir kur'an ve bir kılıç getirilmesini emreder. Sağ eline Kur'an'nı, sol eline kılıcı alır. Önce sağ elini göstererek "İşte hak!" Sonra sol elini havaya kaldırıp "İşte selahiyet!" Sonra elçiye "Var git şimdi cevabımızı kralına aynen ilet, kendisinden korkmadığımızı söyle. Biz hakkı Kitabimızdan, selahiyetide kılıcımızdan alırız! Allah'a güvenir yalnız O'ndan korkarız. Bütün küffar birleşip üstümüze gelse davamızdan dönmeyiz!" Sultan Murad Han o gün bir hoşdur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar - Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var ? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşallah?.. - Hayır mı şer mi öğreneceğiz. - Nasıl yani? - Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar; - Kimdir bu? Ahali - Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!.. - Nerden biliyorsunuz? - Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer; - Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. - isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu - Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım. - Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek. - İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden. - Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha. - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz? - Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından. - Aman efendim, nasıl kaldırırız? - Basbayağı kaldırırız işte. - Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini... - Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız. - Şurada bir mahalle mescidi var ama... - Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin? - Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden... - Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır. - Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba... - Nasıl yani?.. - Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?.. - Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. - Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından... - Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!.. - Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye... - Hayret... - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum... - Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki... - Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli... - Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada... - Doğru, öyle ya?.. - Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın? - Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra; - Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne? Almanya nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar, her sene nehrin Almanlar'daki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar. Mektupta şöyle denmektedir "Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de halifesisiniz. Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın." Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır. Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar "Fransızlar korkak ademlerdir. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir." Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerınde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir." Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar. Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar. Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanlar'ın sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur "Osmanlılar'dan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir." Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar. Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi temsilen kutlarlar. Mısır'ın fethinden sonra esir Memluk kumandanlarından Kayıtbay Yavuz Sultan Selim'in huzuruna getirilmişti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti "- Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?" "- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!" "- Anlamadım!.." "- Berberilerden biri, Venedik'ten top getirerek bize satmak istemişti de, Peygamberimizin, "ok ve kılıç kullanın" şeklindeki emrine aykırıdır diye satın almamıştık. O satıcı bize, "Yaşayan görecektir ki, memleketiniz top yüzünden elinizden çıkacaktır" demişti. Meğer doğruyu söylemiş!" "- Din kaidelerine böylesine bağlı idiniz de, Allah'ın, "Düşmanın silahına aynı silahla karşılık veriniz" emrine neden uymadınız? Bilmez misiniz ki, "Ok ve kılıç kullanın" demek "Başka silah kullanmayın" demek değildir. O zaman o silahlar varmış, şimdi de bu silahlar var!" Kayıtbay başını önüne eğdi ve sustu. 5 yorum GURUR DUYUYORUM MILLETIM LE OSMANLI DERKEN BILE KANIMIN SON DAMLASI BANA DIYOR KI ÖNCE ISLAM,ILIM VE DEVLETIN ICIN SAVAŞ VE SAKIN HA KORKMA SEN OSMANLININ ECDADISIN... HAMD ders çıkarılması gereken bir devlet, hikayeler çok anlamliYanıtlaSil ERSAĞ ERSAĞ ERSAĞ ERSAĞ ERSAĞ ERSAĞ
Polise Veririm! Zamanının ünlü güftekârlarından Tamburî Osman Nihat Bey çapkınlığı ile pek meşhurmuş. Ankara'da bulunduğu bir gün Kızılay'a doğru yürürken hemen önü sıra çok güzel, endâmlı, alımlı bir bayanın yürüdüğünü fark etmiş. Osman Nihat Bey bayanın yanına yaklaşıp, başlamış kur yapmaya - Aman ya Rabbi! Ne güzel endamınız var! Şu belin inceliğine bakın... Ya saçların omuzlara dökülüşü... Kadın omuzunun üzerinden arkasına şöyle bir bakıp, kafasını çevirmiş... Ve sinirli sinirli yoluna devam etmiş. Fakat Osman Nihat Bey kadının peşini bırakmamış. Dil dökmeye devam etmiş Polise Veririm! hakkında devamını oku » 29
Osman Gazi1258-1326Osman Gazi, sonradan Osmanlı devleti adını alacak ve 3 kıtada hüküm sürecek, 600 senelik bir imparatorluğun temelini atan, Osmanoğulları beyliğinin kurucusu, Osmanlı Devletinin de ilk padişahıdır. Kendisine kaynaklarda Osman Bey, Kara Osman, Muinuddin, Fahruddin de denildiğine de rastlanmıştır. 1258 senesinde Babası Ertuğrul Gazi’nin Hayme Hatun adlı eşinden dünyaya gelen Osman Gazi, 3 erkek kardeşten en küçüğüdür. Babası Ertuğrul Gazi’nin vefatı olan 1281 senesinde, hemen hemen daha 23 yaşlarında iken Kayı boyunun başına geçmiştir. Babasının sağlığında sürdürdüğü Selçuklu Sultanlığı’nın uçbeyliğini Ertuğrul Gaziden sonrasında oğlu Osman Gazi boyunun başına geçen Osman Gazi, aşiretin mühim kişilerinden Ömer Bey’in kızı Mal Hatun ile evlenmiş ve bu evliliğinden, kendisinden sonrasında beyliğinin başına geçecek olan Orhan Gazi dünyaya gelmiştir. Ek olarak devrin oldukça öenmli şahsiyeti Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun’dan da Alaeddin isminde bir dünyaya gelmiştir. Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Melik Bey, SavcıBey Öteki adam evlatlarının isimleridir. Ek olarak Fatma Hatun isminde da bir kızı Gazi babasının yerini aldıktan sonrasında, derhal civardaki türkmen boylarını kendi etrafına topladı. 1284 senesinde yeğeni Baykoca’nın da şehit olduğu , bununla birlikte ilk Osmanlı savaşı olarak da malum, Bursa civarında meydana getirilen Ermeni-Beli Savaşına girdi. Bir sonraki yıl ise Osmanlıların tarihteki ilk kale fethini gerçekleştirip, Kulaca Hisarı kalesinin fethinden sonrasında Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud Durumdan oldukça hoşnut kalmış, Osman Gazi’ye Bey ünvanını vermişti. Osman Gazi’nin yükselişini öncesinden sezen Bilecik tekfuru durumdan rahatsız olmuş ve Osman Gazi’yi yoketmenin planlarını hayata geçirmeye başlamıştı. Yarhisar tekfurunun kızı ile evlendireceği oğlunun düğününe Osman Gazi’yi çağrı edip düğünde pusu kurarak onu ortadan kaldırmayı planlamıştı. Sadece Bilecik tekfurunun kurmuş olduğu bu tuzak tekfur ile aralarında düşmanlık bulunan Harmankayası valisi tarafınca Osman Gazi’ye bildirilmiş, Osman Gazi de düğüne oldukça hazırlıklı gitmişti. Osmn Gazi’nin “Oyun içinde oyun” şeklinde adlandırdığı bu düğünden sonrasında Bilecik de Osmanlı topraklarında katılmış Gazi’nin uçbeyi olduğu yıllarda Bizans İmparatorluğuna karmaşa hakimdi. İmparatorluk isyanlar, taht kavgaları ve iç karışıklıklara karşı büyük bir uğraş gösteriyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen Osman Gazi, Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un Eskişehir ve İnönü bölgelerini Osman Gazi’ye vermesi üstüne derhal İnegöl tekfuruna karşı akınlar düzenledi. Karacahisarı da bu akınlar sonrasında fetheden Osman Gazi, amcası Dündar Bey’i Bizans tekfurları ile ilişki kurduğu öne sürülen sebebi ile İnegöl, Yarhisar, Bilecik şeklinde mühim toprakların fetihlerinden sonrasında, tarhiçilerin genelinin Osmanlı İmparatorluğunun müessese yılı olarak kabul ettikleri 1299 senesinde, Osman Gazi Büyük Uçbeyi oldu. Gene bu tarihte başkenti bileciğe taşımış ve bir oldukça olumsuzluğa sebep olan Yarhisar tekfurunun kızı ile oğlu Orhan’ı İmparatorluğu ile Osmanlı Beyliği içinde gerçekleşen ilk cenk olan Koyunhisar savaşının kazanılmasının peşinden, Osman Gazi’nin ve Osmanlı Beyliğinin adı Anadolu’da iyice duyulmuş, Osmanlı beyliğinin ilerde gerçekleştireceği büyük gelişmeye temel hazırlayacak göçlere sebep olmuştur. Bir oldukça tarihçiye bakılırsa ise Osmanlı devletinin müessese yılı Koyunhisar savaşının kazanılış zamanı olan 1302 senesinde İznik’i kuşatan Osman Gazi Marmaracık Kalesini fethetti. 1306 senesinde Dinboz savaşı sonucunda Kestel, Kete ve Ulubadı Osmanlı topraklarına dahil etti. 1308 senesinde Karahisar da Osmanlı taraından alınınca Bizansın İznik ile olan tüm bağlantısı kesildi. O şekilde ki İznik her taraftan kuşatılmış durumdaydı. Bizans bu durumdan oldukça rahatsızdı. Bizansın bu zor anlarında bazı kale kumandanları ve kendilerine bağlı halklar da İslama geçip Kaleleri ile beraber Osmanlıya katılınca Bizansın bölgedeki durumu iyice kötüye gitmeye senesinde Bursa’yı kuşatan Osman Gazi, kuşatma esnasında hastalanmış ve burayı alamadan çekilmiştir. 1320 senesinde ise sıhhat durumundan dolayı yönetimden çekildi ve yerini oğlu Orhan’a bıraktı. Yönetimden çekilmeden ilkin Ebesuyu, Karatekin, Kapucuk, Keresteci, Tuzpazarı Kalelerini alıp, Akçakoca ve Kocaeli bölgelerini de Osmanlıya dahil senesinde, Nikris adlı hastalıktan, Bursa’da vefat eden Osman Gazi, babası Ertuğrul Gaziden 4800 kilometrekare olarak almış olduğu beyliği, 16000 kilometrekare olarak oğlu Orhan Gazi’ye devretmiştir. Miras olarak oldukça azca şey bırakan Osman Gazi’nin türbesi Bursa’ Gazi yapmış olduğu fetihlerde Türk geleneklerine uygun olarak almış olduğu toprakları ailesi ve kumandanları içinde paylaştırmış. O kişileri o yerlerin yönetimine getirmiştir. Osman Gazi zamanında ilk Osmanlı Parası basılmış, ilk kere vergi alınmıştır. Selçuklu döneminde geçerli olan tımar yöntemi, Osmanlıda da devam Gazi ailesine, devletine, dinine düşkün bir devlet başkanıdır. Tıpkı Babası Ertuğrul Gazi şeklinde Osman Gazi de Şeyh Edebali’yi baş tacı etmiş, kararlarını dikkate almış ve hatta damadı olmuştur. Osman Gazi yardımsever, eli bol, dürüst, yürekli ve önlemli kişiliği ile tanınırdı.
“Osman Ağa üstüne gelindiğini sezince, Çankaya Köşkü’ne hücum etti. Köşkte kimseyi bulamayınca kapıyı kırıp içeri girdi, ne bulduysa parçalayıp ortalığı karmakarışık etti. Bu haber geldiği sırada silah sesleri de duyuldu. Bir süre sonra haber geldi. Osman Ağa altı yardımcısı ile vurulmuş ve ele geçirilmiştir 1 … Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ile, I. Dönem TBMM üyesi Gazeteci-Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923 Tarihinde öldürülür. Bu cinayetin bir önemi, üç -görünür- nedeni vardır. Önemi; -Türkiye’nin ilk siyasi suikastlarından biri olması; Üç -görünür- nedeni; -TBMM’de, Bir milletvekili olarak Mustafa Kemal’e en sert muhalefeti ortaya koyması; – Bir gazeteci olarak muhalif görüşlerini, sahibi olduğu Tan gazetesi aracılığı ile yayması.Tan Gazetesi, 19 Ocak 1923’te Ankara’da yayına başlamış ve sadece 68 sayı yayınlanabilmiştir. -Topal Osman’ın, Muhafız taburu komutanı olarak gerek Mecliste, gerekse dışarıda davranışlarının kontrol edilememesi, bu pervasız, kontrolsüz tavırları nedeniyle Topal Osman’dan kurtulunmak istenmesi, “Bir taşla iki kuş” vurulması düşüncesi. … Bir ara vererek Kazım Karabekir Paşa’nın günlüklerine bakalım konu ile ilgili bir bilgi var mıdır? -“14 ocak 1923 Akşam harekât. sonra Gazi paşa, Fevzi paşa, ben trenle Ankara’dan hareket Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine getirmiş. Tan gazetesi çıkaracakmış. Gazi yanımda Cevat Abbas’a dedi; -“Muhalifler matbaa yapıyor siz hala uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı!” Dedim; Paşam bu tarzda mukabele doğru mudur?” 2 … Gazeteci-Milletvekili Ali Şükrü Bey kimdir? 1884 Trabzon doğumlu Ali Şükrü, Bahriye Mektebi’nde öğrenimini 1904 yılından tamamlayarak orduya bahriye erkanıharp subayı olarak katılmıştır. Donama-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin kurucularındandır ve ikinci başkanıdır. Cemiyetin Osmanlı donanması için almak istediği nakliye gemilerini teslim almak üzere Liverpool’e gönderildiğinde çok iyi düzeyde İngilizce öğrenmiş, Liverpool Times gazetesinde çeşitli makaleleri yayımlanmıştır. Ali Şükrü Bey, Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa ederek siyasete atılır ve siyasi görüşleri İttihat ve Terakki aleyhtarıdır. 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Trabzon mebusu olarak seçilmiştir. İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya gider ve ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Trabzon milletvekili olarak katılır. Ali Şükrü Bey TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın milli mücadeleye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni’nde görev alarak Anadolu’da dolaşmıştır. Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey mecliste, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Birinci Grup’a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup’un liderlerinden biri oldu. İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemal’in Hâkimiyeti Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı. 68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan meclis oturumlarında; İsmet Paşa’nın hariciyeci olmadığı için Lozan’da acemice işler yaptığını ve TBMM’nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdüğünü savundu. Lozan’da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM’ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi. 3 1923’te, başta Halifeliğin kaldırılması olmak üzere pek çok konuda Halk Fırkası’ grubuna şiddetle muhalefet etti. 27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal’in özel muhafız alayı komutanı olan Topal Osman tarafından öldürüldü…” … “Osman, yaktın beni!” Mahir İz, “Bu çete” diye nitelediği Topal Osman ve milislerinin şehirde nizam ve intizamı, hattâ askeri kışlada disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladıklarını anlattıktan sonra; “Elbette bu gayri tabii hal devam edemezdi. Galiba bir taşla iki kuş vurulsun’ diye Ali Şükrü Bey’in izale-i vücudu Topal Osman’a havale edildi.” Diyor. …Olayın meydana geldiği akşam da Ali Şükrü’yü Osman Ağa bu kahveden Mustafa Kaptan’a evde nargile içmek için çağırtır. Olayın oluş biçimini ise şöyle anlatıyor “Oturmuşlar, sohbete başlamadan önce iki nargile gelmiş. Bir taraftan da sohbet başlamış. Tam bu sırada kahveler gelmiş. Ali Şükrü Bey kahve fincanını eline alır almaz, kara donlu çete tarafından dördü. Yağlı ipi Ali Şükrü Bey’in eğilmeyen başına geçirmişler. Ali Şükrü o esnada, -Osman, yaktın beni! Demiş ve eliyle oturduğu iskemlenin hasırlarına can havli ile o kadar kuvvetle sarılmış ki naaşının avucunda o hasır parçaları görülmüş. 4 … Topal Osman Ağa’da öldürülüyor… “…Pazar günü akşamüstü köşkün beş altı yüz metre berisinde sineklerin konup kalktığı bir çukurun içinde Ali Şükrü’nün ölüsü bulunmuştu. Çıkarılan ölünün elbisesi üzerine bir torba da geçirilmişti. Vücudun türlü yerleri parça parça edilmiş çift iple boğulduğu anlaşılmıştı. Sol eli kırılmış, dili dışarı fırlamış. Sımsık yumuk sol avucunda sandalyenin hasırları kulağının yanında bir de bıçak yarası vardı. Ölünün bulunduğu yer Topal Osman’ın kaldığı yere beş yüz metre uzakta idi. Sıra Topal Osman’ın yakalanmasına gelmişti. O akşam Topal Osman’a karşı harekete geçilmedi. Gece alman tedbirlerle Mustafa Kemal Paşa ile eşi Latife Hanım, kimse duymadan Çankaya Köşkü’nden istasyondaki binaya aktarıldı. Bundan sonra güvenlik kuvvetleri harekete geçerek Topal Osman’a teslim olmasını bildirdiler. Karşı koyunca yirmi dakika kadar çatışmadan sonra yanındakilerden bazıları öldürüldü. Topal Osman yaralı olarak ele geçti ise de kısa bir süre sonra o da öldü…” 5 … Topal Osman Kimdir? “Mustafa Kemal, Bandırma vapuru ile Samsun’a geldikten sonra 29 Mayıs 1919’da Topal Osman Ağa ile Havza’da gizlice buluşmuş ve öyle tanışmıştı. Bu tarihten yaklaşık yıl sonra da Mustafa Kemal, Topal Osman Ağa’dan Giresun Laz uşaklarından oluşan kendisinin korumasında görev alacak bir muhafız birliği oluşturmasını istemiş ve Ankara’ya getirilmesini rica etmişti. Osman Ağa ve Mustafa Kemal’in muhafız birliğini oluşturacak ’Kara Zıpkalılar” Ankara’ya 10 Kasım 1920’de gelirler. “Şimdi Topal Osman Ağa ile birlikte Mustafa Kemal’in Havza’da başlayan Milli Mücadele yolculuğundan önce Topal Osman’ın hayat hikayesine kısaca bakalım. Doğan Avcıoğlu’nun; “Mustafa Kemal’ın ısrarla hizmetinde tuttuğu en ilginç kişi” diye nitelediği Topal Osman kimdir? “ …Osman Ağa, 1884 yılında Giresun Hacı Hüseyin Mahailesi’nde doğmuştur. Babası Hacı Mehmet Efendi ve dedesi İsmail Kaptan, Giresun’un önde gelen Türk eşrafları arasında idiler. Kendileri deniz ticareti ile uğraşırlardı. Rus limanları ile Karadeniz limanları arasında taşımacılık yaparlardı. Ekonomik durumları oldukça iyiydi. Osman da küçük yaştan beri ailenin işlerine yardımcı olurdu. Çok defa Batum’a, Trabzon’a, Samsun’a, Ordu’ya gidip gelmişliği vardı. Gençliğinden beri liderlik vasfına sahip birisiydi. İsmindeki Ağa’ ifadesi de bunun sonucudur. Osman askerliği çok sevmesine rağmen, askeri okula gidememiştir. İsteğini savaşa, savaşmaya yöneltmeye çalışmış ve bunda da oldukça başarılı olmuştu. …Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki çöküş dönemi Giresun’u da etkiler; Rum, Sırp, Arnavut, Bulgar uluslarının Osmanlıya karşı bağımsızlık istemleri Karadeniz’deki Rum ve Ermeniler üstünde de etkili olur. Pontus’taki bu antik etnik gruplar bu ortamdan hareketle kıpırdanmaya başlarlar. Bu durumdan imparatorluğun egemen unsuru olan Türkler rahatsız olurlar. Bu durum karşılıklı heyecanlı hareketlerle istenmeyen olayların çıkmasına yol açar. Derken… 1912 yılında Balkan Savaşı patlak verir. Seferberlik ilan edilir. Osmanlı yeni asker toplar. O sırada Osman Ağa da asker adayıdır. Ama bedelli askerlik te vardır. Osman’ın babası Hacı Mehmet Efendi oğlunu askere göndermek istemez. Askerlik şubesine gider, askerlik bedeli olan 54 sarı altın lirayı ödeyerek oğlunu cepheye gitmekten kurtarır. Bu durumu duyan Osman çok üzülür. Babasına gidip bedeli alması için ısrar eder. Aski halde gönüllü Olarak arkadaşlarıyla birlikte askere gideceğini bildirir. Babası İkna olmayınca, isyan eder ve askere gönüllü olarak yazılır. 65 gönüllü arkadaşı ile Giresun’dan İstanbul’a hareket ederler. Osman Ağa’nın askerlik yaşamı böylece başlamış olur. Bundan sonra Osman Ağa’yı cepheden cepheye, savaştan savaşa dur durak demeden izleyeceğiz. Osman Ağa, Balkan Savaşı’nda Trakya-Çatalca önlerinde savaşırken sağ diz kapağından aldığı şarapnel parçasıyla yaralanır. İstanbul-Şişli Etfal Hastanesi’nde tedavi olur. Ama bacak eski halini almaz. Osman Ağa Topal kalır. İşte Topal’ lakabı bu savaştan kendisine anı olarak kalmıştır. Giresunlu gönüllülerin yandan çoğunun şehit olduğu bu savaştan sonra Osman Ağa Giresun’a “Topal” olarak değnekleri ile döner. …Almanya savaşta yenilince, Osmanlı İmparatorluğu da yenik sayılır. Böylece 1. Dünya Savaşı bitmiş olur. Arkasından 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Osmanlı ordusu silah bırakır. Ülke işgale başlanır. Mondros Mütarekesi şartları Karadeniz’deki azınlıkları sevindirir. Azınlıkların İstanbul’a ihbar üstüne ihbar ederek hemen yakalanıp cezalandırılmasını istedikleri kişilerin başında “Topal Osman” geliyordu. Topal Osman, Giresun Ermeni ve Rumları dışında, şiddet yanlısı tutumu ile azınlıklar dışında Müslüman halk içinde de korku salıyordu. Hatta Mondros Mütarekesi sonrası Giresun Belediyeye Başkanı Hacı Bey sağlık ve yaşlılık nedeniyle görevinden istifa edince Topal Osman hiç kimseye danışma gereği duymadan kendisini Belediye Başkanı ilan etmişti. Çünkü o günlerde Pontus sahillerinin tek hakimiydi Bunda, Giresun eşrafı ve halkının Pontusculara karşı Topal Osman’ı kurtarıcı’ olarak görmelerinin de büyük payı vardı. Topal Osman’ın silahlı adamları dışında bir de Belediye Başkanlığı gibi resmi bir mevziyi elde tutması Pontuscular için istenmeyen bir gelişme idi. Çetecilikten yarbaylığa Savaşı’nda Osman Ağa’yı 94. Alay’da adamları ile birlikte “yarbay” rütbesine kadar yükseldiğini görüyoruz. Mustafa Kemal Samsun’a çıktığı sırada; çetebaşı Topal Osman, Ermeni sürgünü suçlusu olarak aranmaktadır. Bu sırada Osman Ağa’nın başka bir görevi de yöredeki asker kaçakları ile mücadeledir. Topal Osman’ın etkisi bu yıllarda oldukça artar. Giresun’dan Samsun’a kadar uzanan sahil bölgesinde tek otoritedir. Bir derebeyi olarak anılır. Bilgisi dışında bölgede adeta kuş uçurulmaz. Osman Ağa, sert metotları ile Rum çetelerini çok güç duruma düşürür. Rum çetelerin Türk köylerine yaptığı kötülüklerin, baskıların en az üç, beş mislini onlara yapar. Çetecileri “gemi kazanlarında cayır cayır yaktırdığı” hâlâ yöredeki halk anlatıp duruyor. Topal Osman çevresine topladığı gönüllülerle Rum çetelerini tepelemeye çalışırken, Mustafa Kemal’de 9. Ordu Müfettişi olarak Rumları ve Ermenileri Türk çetelerinden korumak için padişah tarafından “resmi” görevli olarak 16 Mayıs 1919’da Samsun’a gönderilir. Mustafa Kemal ve 21 arkadaşı 19 Mayıs 1919 günü Samsun Limanı’na ayak basarlar. Yani Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkınca yapacağı işler arasında Topal Osman’ı ve çetesini yakalayıp etkisiz hale getirmesi de vardır. Mustafa Kemal’in daha önce Topal Osman ile bağlantılı olduğu ve Samsun’a çıkar çıkmaz Havza’da kendisi ile görüştüğü de çeşitli kaynaklarda belirtilir. Mustafa Kemal’in Topal Osman’la görüşme isteği kendisine ulaşınca. Topal Osman yanına yakın arkadaşları Temoğlu İsmail Ağa’yı, Dalgaroğlu Bilal’i ve Çavraklı Kara Ahmet’i alarak Havza’nın yolunu tutar. Topal Osman’ın Mustafa Kemal’le tanışmasını sağlayan bu ilk görüşme 29 Mayıs 1919 günü Havza’da gerçekleşir. İki lider arasında uzunca süren gizli bir görüşme yapılır. Bu görüşme ile karşılıklı güven duygulan oluşur. Mustafa Kemal’in Osman Ağa’ya şöyle dediği yazılır “- Çok buhranlı günler yaşıyoruz. Ümitsiz değiliz. Senin hakkında gerekli bilgileri edindikten sonra seni buraya çağırttım. Bundan sonra el ele çalışacağız. Pontuscuların Karadeniz kıyılarında neler yaptıklarını bir de erbabının ağzından dinleyelim dedik.” Osman Ağa’da Giresun ve çevresiyle Rum ve Ermenilerin faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir rapor sunar. Arkasında Mustafa Kemal özetle şöyle der “-Görüyorum ki, vatansever duygular taşımaya gençliğinde başlamışsın. Senin bugünkü yolun, o günkü açtığın çığırdan gelmektedir. Memleket kurtuluncaya kadar, içinde bir tek dış ve iç düşman kalmayıncaya kadar çarpışmak zorundayız. Sen, Karadeniz köy ve şehirlerini koruyacaksın. Çeteni derme çatma bir kuvvet olmaktan çıkaracaksın. Bir alay teşkil edeceksin. Bu alayın kumandanı olacaksın. Sana genç ve atak subaylar vereceğiz. Pontuscular hangi usulleri kullanıyorsa, siz de o usulleri çekinmeden kullanın. Vatanı kurtarmakta bu son şansımızdır. Bu mücadeleyi kaybedecek olursak, tarihten siliniriz.” 5 … İstanbul Hükümeti’nin idam suçlusu olarak aradığı Topal Osman’ın Belediye Başkanlığı ile ilgili olarak Mustafa Kemal ile aralarında şu konuşma da geçer “- Pontus belasının temizlenmesini tamamıyla senin tecrübeli ellerine bırakıyorum. Osman Bey seninle durmadan muhabere edeceğiz. Belediye Reisliği’ni bırakıp uzaklaşmamalıydın. Şimdi yine bu mevkiiyi elde edebilir misin?’ Topal Osman güler ve Mustafa Kemal’in bu istemine karşı şunu söyler “Ne demek Paşam? Çocuk oyuncağı bu, Siz arkamızda bulunduktan sonra evvel Allah Giresun Belediyesi’ne gidip oturmamız artık gün meselesidir.” Bu cevaptan sonra Mustafa Kemal da; “Mademki Türk halkı tamamıyla seni destekliyor hiç durma teşkilatını yap. Git reislik makamına otur Şehir bilfiil senin ve adamlarının işgalinde bulunsun. Sen kaçıp dağa çekileceğine Pontuscular ve Rumlar kaçsın. Onlar bir kere kanunsuz yola adın atar göründüler mi zamanla hepsini temizleriz.” Der. Uzun süren görüşmeden sonra Topal Osman da Mustafa Kemal’in bu yaklaşımına karşın şöyle der “Siz hiç merak etmeyin Paşam! Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki hepsi mağaralarda eşek arılan gibi boğulup gidecek.” 6 Mustafa Kemal ile Topal Osman’ın tanışması ve bundan sonraki birlikteliği Giresunlu araştırmacı Mustafa Dağ şöyle yorumluyor “Topal Osman Ağa artık bu dakikadan itibaren fikirleriyle, canıyla, malıyla, adamlarıyla ve her şeyiyle Mustafa Kemal’in yanındaydı. O’nun için canını her an vermeye hazırdı. Mustafa Kemal’e ve O’nun hareketine engel olmak isteyen ve O’nun muhalif gördüğü herkes Osman Ağa’nın artık en büyük düşmanıydı. Topal Osman Ağa’nın Mustafa Kemal’e bu yürekten bağlılığı ölünceye kadar devam etti. Nitekim canını da bu uğurda verdi.” 7 … Buraya kadar çok kısa bir özetini verdiğimiz olaylar akışa göre iki veya üç bölümde verilecektir. Elimizde meraklılarını tatmin edecek kadar olaya birinci dereceden şahit olanların anı ve belgelerin olduğunu düşünmekteyiz. Umarız meraklıları için de bu olayın perde arkasını aralamış oluruz. Ana kaynakça; Cemal Şener, “Topal Osman Olayı”, Etik yayınları, Berdan Matbaası, 12. Baskı 1 Cemal Şener, “Topal Osman Olayı”, Etik yayınları dip not 35; Feridun Kandemir, Rauf Orbay, 2 “Kazım Karabekir Paşa günlükler”, YKB yayınları, sahife; 840 3 Avni Özgürel, 13 Temmuz 2003. “Ali Şükrü ve Topal Osman”. Radikal. 3 Temmuz 2010 4 Alıntı;Feridun Kandemir, “Siyasi Cinayetler, 5 not 37; Feridun Kandemir, Siyasi Cinayetler, 6 Dip not 23; H. İ. Dinamo, aynı eser, 2. Cilt, s. 113-133. 7 Dip not 24; Mustafa Dağ, Gurbetçi Giresun Dergisi, sayı 11, s. 14.
Osmanlı döneminde yaşamış olan pek çok sanatçı bulunmaktadır. Yazmış olduğu eserleri ile bilinen Osman Hamdi Bey unutulmaz eserlere de imza atmış bir sanatçıdır. Osman Hamdi Bey arama motorlarında en çok aranan Osmanlı dönemi padişahlarından bir tanesidir. Peki Osman Hamdi Bey kimdir? Osman Hamdi Bey eserleri nelerdir? 'Osman Hamdi Bey'in hayatı nasıldır? İşte Osman Hamdi Bey ile ilgili merak edilen tüm - 0614 Son Güncellenme - 0614 Güncelleme - 0614Osman Hamdi Bey Osmanlı'nın son dönemlerinde yaşamıştır. Arkeoloji ile ilgilenmiştir. Osman Hamdi Bey Kimdir? Osman Hamdi Bey hem arkeolog hem de müzecidir. Aynı zamanda İstanbul'un Kadıköy ilçesinin ilk belediye başkanıdır. Osman Hamdi Bey aynı zamanda bir ressamdır. Çizmiş olduğu resimleri ile bilinmektedir. Osman Hamdi Bey İstanbul arkeoloji müzesinin müzeliğini de yapmıştır. Yazmış olduğu Kaplumbağa Terbiyecisi kitabı en ünlü eserleri arasında yer almaktadır. Osman Hamdi Bey Hayatı Osman Hamdi Bey 1842 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Babasının ismi İbrahim Ethem Bey'dir. İbrahim Ethem Bey Osmanlı imparatorluğunda sadrazam olmuş bir devlet adamıdır. Osman Hamdi Bey'in ailesi Osmanlı imparatorluğuna hizmet etmiştir. İlköğretim hayatına ilk kez 1856 yılında bir maarif adliye okulunda başlamıştır. Osman Hamdi Bey 15 - 16 yaşlarından itibaren resme ilgi duymuş ve bu alanda çizim yeteneğinin olduğunu fark etmiştir. Osman Hamdi Bey'in çizim yeteneği çevresi tarafından da kısa süre içerisinde fark edilmiştir. Babası onun bu yeteneğini görünce Avusturya'nın Viyana şehrinde ki bir resim sergisine götürmüştür. Resim sergisinde müzik ve sergileri yakından görme fırsatı bulmuştur. Osman Hamdi Bey'in babası çocuklarının yurt dışında iyi bir eğitim almasını istiyordu. Temel eğitimini tamamladıktan sonra hukuk eğitimi alması için Fransa'nın başkenti Paris'e gönderilmiştir. Paris'te tam olarak 12 yıl boyunca kalmış ve burada hukuk eğitimi almıştır. Osman Hamdi Bey Eserleri - Pembe Başlıklı Kız - Kahve Ocağı - Haremden - Kökenoğlu Rıza Efendi - Arzuhalci - Kur'an-ı Kerim Tilaveti - Silah Taciri - Yaşlı Adamın Önünde - Kur'an Okuyan Kız - Mimozalı Kadın - Kaplumbağa Terbiyecisi - İlahiyatçı - Leylak Toplayan Kız - Yeşil Cami Önü - Eşi Naile Hanım - Çıplak Osman Hamdi Bey Sanat Anlayışı Türkiye'de kültürel miras bırakmayı başarmış olan sanatçılardan bir tanesidir. Batı kültürünü benimsemiş ve Fransa'da kaldığı dönemde batılı anlamda eserlerini ortaya koymuştur. Daha çok oryantalist anlamlarda eser ortaya koyan Osman Hamdi Bey camilerin ve türbelerin resimlerini çizmiştir. Sanat anlayışında manevi zenginliği ortaya koymuştur.
osman bey ile ilgili hikayeler